29 Mayıs 2011 Pazar

İhtara İhtar


nazlı bir ceylana hikayecikler sıralamak isterdim.onun seke seke koşmasından, o narin vücudundan, o masum bakışından...

olmadı ama, tablosunun önüne koca bir ayı oturmuş bir ressamın kağıda tavşan çizmesi kadar abes olur üstte sıraladıklarım...

evet evet tablomun karşısına değil ama 4 sene boyunca aynı sınıfta önüme, arkama, sağıma, soluma oturmuş bir mahluktan bahsedeceğim.

sınıfta önemsediğim, fikirlerine değer verdiğidim, hatta diyebilirim ki hayatımda ilk kez takvimlerin arkasındaki "bunları biliyor musunuz?" kısmındaki bilgilerin işe yaradığını üzerinde tespit ettiğim bir varlıkdı n.a...N.A onun kendisine koyduğu veciz bir o kadar da başına ve sonuna eklenen harflerle komik duruma düşecek kısaltmaydı. bu arada takvimlerin arkasında yazan ne miydi? "yetişkin bir ayu bir at kadar hızlı koşabilir" evet sırf bu yüzden n.a yı koşturacak bir iş yapmadım, yaptıysam kaçmadım...

ilk ve orta okulunu stratejik olarak anlatamayacağım merkezlerin ortasında bir kırsalda okuyan n.a dersaneye gitmeye gerek duymadan bir anadolu lisesi kazandı. hemen farkedilecek bir tipde yaratılmış olan fiziki direk gözüme çarpmıştı. tüyleri sakallaşma yolunda, göğsü gölgesinin önünde, saçları dalga ve kıvırcık karışımı bir yapıya sahip, bakışı sert, mutasyonik bir tiplemeden çıkmış...evet n.a dan bahsediyorum. eğer mevzum fiziki bir betimleme olmuş olsaydı daha çok şeyden bahsedebilirdim ama yapılmış bir ihtara aynıyla cevap vermeyle sınırlandırıyorom kendimi...

aynıyla cevap verme diyince akıllarda belirmiş bir soru işaretini kaldırmak için "aynı" ne demek açayım. n.a şahsımın davranış biçimini irdelemiş ve kendince benim tüm özellik ve yeteneklerimi şeytanlaşma yolunda kullandığımı ifade etmiş. ağzı olanın konuşması hasebiyle ve kalem tutan elin özgürlüğüne saygı anlayısımın gereği dediklerini hoş karşılıyor fakat yalanlarına doğrularımla cevap veriyorum.(pek de ciddi oldu yav)

okulun ilk yılı n.a yı sadece bana ve sınıfın büyük bir kesimine olan uzaklığı ile tanıdım. kendince bir arkadaş grubu içinde müsbet sahada hareket eder, sesinin yaşıtlarına göre kalın olmasından ötürü sık sık öğretmen geliyor havası uyandıracak tiplemeler yapardı. ortama göre davranır, ama istifini de pek bozmazdı. dediğim gibi o sıralar içindeki ayı daha ayıcık nispetinde olduğu için pek de fark edilmiyordu.

okulun ikinci yılı n.a bir kızın yanında oturarak şehevani arzularını doruk noktasına ulaştırmış fakat bunu da içine atarak gelecek yıllardaki bin bang e sermaye hazırlamıştı. şahsım bu zaman diliminde okuldan eve servsle gitmeyi bırakmıs ve otobüs tayfasına karışmıştı. gerçek tanışmamız yollarda oldu...

fifayı seven bu kardeşime sana 30 tane atarım dememle küpler binmiş ve o gün okula gitmekten vazgeçip n.a nın hayat safhasında önemli bir yeri olan söz-bir cafeye gittik. 30 atamadım ama 8 attım. n.a bundan gururla bahseder hani 30 atacaktın ne olduu... diye... samimiyet seviyemiz haddinin üstüne çıktı ve artık gerçek n.a nedir ne değildir figürü yağmur sonrası gökkuşağı gibi belirmeye başladı...

n.a ucuz peşinde, maliyeti min ve saklanılmışlığı max ederek hayat yaşayan birisiydi. söz-bir cafenin puslu ve tiner kokulu ortamında köşe bilgisayrda tüm hayat ihtiyaçlarını karşılar, ara sıra 7 metre uzaktaki kapı deliğinden içeri gözleme çalışmaları yapar ve o günlük fantezi kotasını doldurup çıkardı. fakat arkadaşları ile beraberken mdf dersanesinin altındaki kapris de takılır orada sadece fifa oynayıp rakiplerini yenmeye çalışırdı.

yavaş yavaş tanışıklığımız max noktaya ulaştıkça n.a hakkındaki fikirlerimde gelişmeye başlamıştı. kalçasıyla hemhal olmuş cüzdanın içinde tedavüle girdiğinden beri böyle zulüm görmemiş yüklü miktar para yatardı. fakat onlar uzun ısrar ve duygu sömürüsü ile ortaya çıkar ve bazen bir pideciye bazen cafeye doğru ekonomik akışa karışırdı. n.a cimrilikle cçmertliği aynı kapta eritmiş paraya kıyan fakat parasını önemseyen bir kişilikti. kendisi benim şu zamana gelmemde büyük bir paya sahiptir.

n.a nın maddi yönünü para muhabbetini çok da sevmediğim için burada keseceğim. n.a haddinden fazla cinsel yönden hrmonlarla süslenmişti. ayı dememdeki yegane faktörde budur. vücudu oksijenden çok freud un güdüsel tatmin psikozuyla yaşıyor ve yyaşatılıyordu. vakti zamanında üstte bahsettiğim kızın yanında oturmasıda kopya çekmekten çok bu sebebten ötürüydü. yoksa neden bir insan bir kızın bacağına bacağının değmesiyle bu kadar ateşlensin ki. t.g kardeşimin de belirtiği üzere telefonu konuşmaktan çok bir izleme aracı olarak kullanan n.a o telefona da illallah deditrmiş ve "abi ne olursun bırak beni at denize de temizlenip öleyim" nidaları attırmıştır. o vidyolar neydi bilmem ama a dan z ye klasörlerin içinde özenle saklanan bir vidyodan ordunun dereleri aksa yukaru kibinin çıkması abes olur. aslında olmaz n.a amatör dublörlük yetisi ile bunu da yapmış ve ordunun derelerine kendince klip çekip onuda o alfabetik ssıralı klasörlerden brinin içine atmıştı. tabi o sadece bir harf geri kalan 28 harfin içinde ne vardı hiç bilmem, bilemeyeceğim

bir insanın hormonsal yönü çok da üzerinde durulacak bir yön değildir zira karşınızdakinin özel hayatına saygının gereği bu pek de etik olmaz. efendim gel gelelim n.a nın şahsi küçük yalanlarına. n.a işine gelmeyince fena bahaneler kullanan ve bunu yaparkende gayat ciddi durabilen bir kimsedir. tek örnek vereyim çoğu zarar olur. anlaşıp okula gelmediğimiz bir zzamanda beraber dersanede ders çalışma sözleşmemize uymamış ve telefonlarımızı da "sesiniz gelmiyo" "duyamıyorum" "ha ne" gibisinden bir bahaneyle cevapsız bırakmıştı. yapacak bir şey yok gayet çoçuksu bu yalana t.g ile berabergülüp geçmiş n.a dır ne yapsa yeridir demiştik...

peki n.a nın untamadığınız bir günü var mı derseniz onu da anlatayım. kimse benden n.a nın unutamadığım günü için böyle absürük bir zaman beklemesin. benim unutamadığğım tek an o kişinin saçlarını geri yatırp tarak izlerini de hiç bozmadan jölledikten sonra okula gelmesidir. efem meksikalı kaçakçılara benzeyen şahsı ben, hala güldürür, ağlatır, üzer, mutlu eder. kişilik kayması hasıl oldu o günden beri ne dşyeyim...

neyse efem n.a bize gönderdiği yazıyı ihtar diyerek nitelendirmiş ve devam ederseniz hepinizi yakarım demiştir. bende onu uyarıyorum devam ederse fena halde devam ederim zira bu yoğurdun yalnız kaymağıdır... kağıda dokunan kalem, kibritten daha çok alev çıkartır. bu sadece bir kıvılcım eğer ihtarını tatlı bir dille noktalamazsa bende 2. bölümde seriye devam edeceğim...

27 Mayıs 2011 Cuma

… İNCE BİR İHTAR…


… İNCE BİR İHTAR…

Ben bu satırları yazmaya başlarken çogunuz üniversite gençliğinin ve muhtemelen bahar şenliklerinin verdigi coskuyla sabahlama oturumlarının ilk saatleri içinde bulunmaktasınız…

Aslında nereden ve nasıl başlayacagımı bilmediğim için bu derece saçmaladım ama beni bu yazıyı yazmaya iten asıl sebep lise anılarımızın alaycı bir dille, mahremiyet sınırı gözetilmeden internet alemine bolg mudur nedir işte burada ifaşa edilmesi oldu.Aslında uzun boylu adamın ince hayatını okurken gülmekten karnıma agrılar gırmıstı ama beni beni sapık ruhlu kolpacı pinti ve ismini agzıma bile almadıgım ve liseye kadar ne oldugunu bilmedıgım seyleriseyleri izlemekle J)) itham eden t.g. kardeşimi esefle kınıyorum bazı noktalarda uak haklılık payı olsada cok agır yazılmıs hıtaplar….Ayrıca t.g. kardesım ozellıkle senden bana karsı ozel (güzel)bi tasvir yapmanı beklerdım hele aylarca kullandıgın cakma mp4 u alıs fiyatından bana sattıktan ve benım onu sayılı gunler (değerli headmaster mss.yedek sayesinde…) kullanmam nedenıyle bu usluba daha da şirin bi hal vermen gerekır J yanlıs anlamayın bunu sadece bi gonul sikesi olarak beklerdım ama burada olmamış, bakalım vol 2 de hakkımda daha ne tur karalamalar, asparagas haberler ve cirkeflikler sabırsızlıkla beklıyorum.

Ve eminim ki bu yazıların altında, kıyısında, kosesınde, yanında sagında, solunda bir yerlerde ergenliğinin ilk yıllarında ufuk-ufak arasında gidip gelen, yılların getirdigi tecrübe, ticaretteki üstün sahtekarlıgı(ki bu nokta uzerinde onemle durmak gerekir yasamayan ne anlayabılr nede anlatabilir J eminim Fırat o kazıkların acısını hala yasıyodur…her ne ise…),ve kütüğe kayıtlı olduğu güzel yurdumun hiç gidipte gormediğim J ve her ne kadar O, da gidip gormemiş olsada ballandıra ballandıra anlattıgı ispir nahiyesinden gelen ‘şeytan’ lakabı kendisine verilmiştir. İlerleyen zamanlarda tarih bilinci ve ustun laf sokma yetenegine sahip bu kardesımız şeytan lakabını bi nebzede olsa unutturmak niyetiyle (nerden aklına geldıyse artık…) cezzar lakabını oturtmak ıstemıs fakat hiçbir tabir ve sıfat ona şeytan dan daha cok yakısmamıştır şimdilerde ise ….. (tedbir dolayısı ıle yenı mahlası yer almamaktırJ ) ‘seytan’ yatmaktadır…

Bende dedim madem klavyeyi eline alan yazıyo, gülücük koyuyo, yerine gore asık surat koyuyo …Her ne kadar sanal aleme geç atılmıs olsamda benim neyim eksik deyip üç beş cümlede ben yazayım dedim.

Her şey bundan yıllar yıllar önce başlamıştı.Sınıfın onu ilk keşfedişi arka bahçede 50 metre kare alanda yaklaşık 20 kişiyle olan top oyna yetenegiyle tanımaya baslamstı…(ki o zamanlar top onun dizine kadar geliyordu…)Özellikle bu gözde olduğu donemlerde yasları neredeyse hocalarla aynı olan ogrenci ağabeylerimiz sayesinde ününe ün katmış KISA BOYUNA İNAT KISA ZAMANDA ÇOK İŞLER BAŞARACAGIM BAKISINI ETRAFA ATIYOYODU.Girişimci ruhunun da etkisiyle yeni tanıstıgı kişilerin de etkısıyle kavga anında kabadayı (bir keresınde olcuyu kacırmıs uzun polis sorgusuna ragemn hala nerden temin ettiğini itiraf etmedigi delikli demiri okula getirmişti ki mertlikten yigitlikten soz eder di hep…)az ama öz de olsa eline para geçirdigi anlarda bonkör bir zengin (yigidi oldur hakkını yeme demısler okula yemek geldıgı sıralarda hemen hemen her pazartesi yemeği o soylerdi tabi diger 4 gün her zaman ki gibi bizden otlanırdı…J…), elektronik ürünlerinin yeni yeni yayılmaya başladıgı zamanlarda az miktarda elde ettigi ürünü (ki bunlar genelde calısmayan , bozuk , yada cakma urunler olmaktadır…) piyasanın 2-3 kat ustune satan dolandırıcı, zaman zaman da olsa aynı kalemı 3 kez aynı kısıye satabilecek kadar da….. dır.Bizim ŞEYTAN…

Bütün bunlarda bir yana bizim şeytanın yaşı hep bir muamma oldu (son yıllarda bir anda uzayan boyu da olmasa MEB’e dava acacaktım artık kemık yası ılk okul caglarında olan bı cocugu nasıl lıseye alırsınınz dıye ama son yıllarda ani bir boy uzama surecıne gırdı) O, hiçbir zaman reşit olamadı J ….

DEVAMI VOL. 2 DEKİ YAZIYA GORE SEKILLENECEKTIR T.G. kardesım sende ayagını denk al ona gore …………..

not: öncelikle yazı n.a tarafından t.g ye cevap olarak yazıldı. fakat t.g ye yazılan cevap nedense u.t ye yapılan tenkitlerle dolu. yazının teknik sebeblerden ötürü bu kadar geciktiğini söyleyen n.a devamı gelecek eylemlerim sürecek dedi. tarafsız yayıncılık politikamız gereği yayınlıyoruz...

17.05.11 SALI

5 Mayıs 2011 Perşembe

ZoPPa'ya Sevgilerle



okul çıkışı kasvetli bir hava..
beşevler belediye otobüsünde bir telefon dile gelmiş diyor ki; geceleeeeerr...

Bir Garip İnsan Üçlemesi - Şakir - 1


Mevsimlerden kış mıydı bahar mıydı? Yoksa yazın sıcağı mı güzün rüzgarı mı? Zamanın yoktu kıymeti mekanın yoktu bir değeri…sevinçten kapatmıştı tüm dış etkenleri ve oğluna yoğunlaşmıştı. Oğuldu delikanlı adamın erken oğlu idi… hasretini çekmişti, kız çocuğunun bayramda elini ilk öptüğü zaman kendi kendine şöyle demişti; olsun bir erkek oğlum koçu bacağından keseceğim…

İşte şakir böyle bir babanın hasretini dindiren erkek evlat idi. Tonton yüzü, kocaman bedeni, billur sesi ve içli bakışları. Doğan çiftinin 2. Evladı…
Fettah bey ve eşi içli bir sigara yaktılar ve böyle çocuk yüz yılda bir gelir dediler… ve o an karar verdiler; çocuklarını İngiltere de gördükleri o özgür eğitim sistemi ile yetiştirecekler ve yetenekleri hangi yönde gelişmeye açıksa o yönde gitmesini sağlayacaklar.

Ama bir şeyi unuttular çocuk heyecanıyla. Yaşadıkları yer ne İngiltere ne de Türkiye’nin bu işe uygun bir semtiydi. Mekan Dilovası; mekan bacalı sanayinin başkenti; mekan fabrika atıklarının mabedi; mekan etnik karmaşanın kördüğümü…Şakir özgür olacaktı fakat ortam özgür bir insana haddinden fazla geniş, haddinden fazla büyüktü… burada her insan balici potansiyelli, dövüş klübü üyesi, kafa ve göze atılan taşların hedef noktası olmaya hazır ve nazırdı…

Fettah bey çok da aldırış etmedi. Benim oğlum akıllıdır kötü arkadaş edinmez, güçlüdür dayak yemez, çalışkandır sınıfta kalmaz dedi…aslında öyleydi; şakir akıllıydı ; yoktu kötü arkadaşları.kendi yaptığı oyuncakları vardı, kız arkadaşları vardı… güçlüydü; teke tekte dayak yemiyor, kalabalık karşısında da akıllı olma özelliğini kullnarak eve kaçıyordu.çalışkandı; derslerindede sınıfın önde gelenlerinden biri olarak bulunduğu okulda nam yapmıştı.

Beklenen an geldi. Babalar çocuklarının sünnetini sonra da sınavlardaki puanlarını görmek isterler. Hem de en iyi şekilde. Şakir sınavdan çıktı; babasına omuz attı annesinden yanak aldı; sınavım süper ablamı sollayacam dedi. Fettah bey kimin ğlu ulen dedi ve kuytuda köşede kalmış bir lokantada yemek ısmarladı. Fettah beyin öyle bir inancı vardı; kuytuda kalmış dükkan aslında derinlerdeki hazine gibidir; güzeldir ama bulanı ve göreni azdır….

Şakir çok da yüksek olmasa da düşük de olmayan ideal bir puan yaptı. Fettah bey madem böyle bir puan aldın gel sen beşevlerdeki Anadolu lisesine git bizde oradan ev alalım gibisinden bir teklif de bulundu. Teklif dememe bakmayın Fettah bey teklif ettiyse olmuştur…hata bir değil iki daire alındı alt kat pek de hoşlanılmayan bekar öğrencilere kiralandı.

Prep A nın kocaman ve sevilen bir karakteri oldu şakir. Bir çok ilginç özelliği üzerinde taşıyordu. Konuşan muhabbet kuşu vardı,güzel bir akvaryumu, iyi bi internet ve hack bilgisi… hatta ve hatta ellerini birbirine bağlayarak tersden belinden geçirebiliyordu. Nasıl oluyor bu hareket diyenlere oluyor işte ilginç bir şey diyorum…

Şakiri bu dönemde tanıdım. Sınıflarımız farklıydı hatta benim gibi sınıfına kapalı bir velet için onunla tanışmak imkanzıdı. Tanışamadık zati ama okula girerken bana ve yanımdakine süt servis çocuğu muamelesi yapması kendisine kıl olmama yetip de artmıştı. O olaydan sonra orda bir kıl var uzakta muamelesinden başka bir şey yapmadım o da zaten benle konuşma gereği duymadı.. 2. Dönem gibi odasına mı camiye mi klima alaacam ayağına herkesten para toplarken yine gördüm ve takdir ederek ona cebimdeki bozukları verdim. Fakat yine bir muahbbete girmedik. Bunun sonrasında da lise 2 ye kadar muhabbetim olmadı.

Pideci Muhabbetleri Vol.1


muhabbete başlamadan önce pideci muhabbetleri serisinin mekanını ve kahramanlarını kısaca tanıtalım. sonra sarsıcı muhabbetleri yazarız...


mekan: kocaeli-istanbul arasına sıkışmış, üç tarafı fabrikalarla çevrili, türkiye'nin en asosyal ilçesinin en işlek çarşısının ortasında bir pideci... hızlı garsonları, kapalı ayranı, soğuk limonatası, sayısız kürdanıyla ilçenin en meşhur pidecisi.


kahramanlarımız;


u.t:  doğum tarihi lise yılları boyunca hisse senedi gibi sürekli speküle edilen, anadolunun bağrından kopup gelen bir ailenin ferdi.. memleket hasretini; doğduktan 18 sene sonra fareli, çatısız bir evde bir hafta kalarak giderebildi. hayatı boyunca kolay yoldan nasıl para kazanılabilir? iş yok mu kanka? sorularına cevap aradı.. fikirleri vardı. bazıları uygulansa da birçoğu fikir olarak kaldı. google'da kalan 80 küsur dolarını, hemalhemsat'ın üstüne yattığı 40 ytl sini unutamadı. insanlık onu tutmamış iddaa kuponu satmasıyla hatırlasa da, lise sonda g.ö'ye verdiği ayarı bu bünye unutmayacak. unutturmayacak. peki şu an ne yapıyor? ya pes atıyor ya da halısaha'da sol kulvara akıyor...


n.a: kemik yaşı 24, kimlik yaşı 22.. 3 çocuğu var. bu çocukları hangi ara, kimden yaptığı bilinmiyor. rivayetlere göre çocuklar peçeteden kendi imkanlarıyla doğmuş. en sevdiği sosyallik; sony damgalı, çin malı mp4 oynatıcısında havva durumunu izlemek. akabinde ... neyse. akabini yazmayalım. n.a düzenlidir hem de fazlasıyla... hatta o kadar düzenli ki videolarını baş harfine göre telefonundaki a, b, c, ç, d, e....v, y, z klasörlerine atar. neden böyle yapıyorsun sorularına? kolaylık oluyor olum size ne, açmayın lan videoları diyerek karşılık verir. tamam kolaylık olsun ama neden açmayalım?!! işte bu sorunun cevabı internet kafenin en ücra köşesinde limewire'dan indirilip, cep telefonuna atılan o videolarda gizli... o videolarda ne var? n.a onlarla ne yapıyordu? peçeteler nerede? hepsinin cevabı ilerleyen yazılarda... ayrıca belirtmeden geçmeyelim. kendisi tasarrufludur. her daim cüzdanın derinliklerinde, olmayan gözlerinde bir adet yeşillik bulunur. ayrıca u.t'nin bir numaralı yatırım bankasıdır.


t.g: ben deyip geçmek isterdim ama üstte yazılanlardan sonra iki cümle yazmak lazım. hayatının 4'te 3'ü futbol olan bir yavru. halısaha varsa o da var. saat, mekan fark etmez. büyümekle uğraşıyor. değişimlere saygı duysa da değişimine izin vermiyor. hayatı boyunca u.t'nin fikirlerini canlandırmaya çalıştı. uygulaması atomu bile parçalamaktan zor olan bu fikirlerin bir takımı hayata geçse de uzun soluklu olamadı. pesi, cmyi geç öğrendi. ama öğretenin eline verdi. öğreten ise buna hep karşı çıktı. çünkü gerçekler acıydı.


kahramanlarımızı ve mekanımızı tanıttıktan sonra sıra muhabbette...


vol.2'de görüşmek üzere.

24 Nisan 2011 Pazar

Uzun Boylu Adamın İnce Hayatı -TAYYİP-



Her ne kadar büyüyünce atlet değiştirir gibi “nerelisin” sorusuna verdiği cevabları değiştirecek olsa da; Kayserili bir aileden zuhur etmişti. Öyle boy ve kilo bakımından ilginç sayılacak ölçüler de taşımıyordu. Doğumu ne yılbaşına ne de 23 Nisan’a denk gelmişti. Anlaşılacağı üzere varlığının vuku bulmasında şahitlik eden zaman, mekan, aile sıradandı. Ama ama; bir özelliği vardı; ailesinin ilk evladı,dedesinin ilk torunu, halasının ve amcasının ilk yeğeniydi. Evrensel bir manaya bürünmese de varlığını dar kesimde özel bir anlam katmıştı şahsına. Bu yüzden şımartılıyordu, öpülüyordu, okşanıyordu, elden ele, dilden dile gezip duruyordu… çıplak pozları özenle yerleştiriliyordu albümlere… ve tüm bunların üstünde ilk olması hasebiyle ismi de ilk doğana yakışır bir şekilde yazmalıydı kimliğinde. Dedim ya ilkdi ve bu yüzden ilklerle dolu bir isim şarttı. Anne ; Edison diyecek oldu sustu, baba Demirel diyecekti oldu diyemedi, teyze Mustafa Kemal derken yutkunup kaldı, dayıyla amca kendilerinin dahi duyamayacağı bir sesle Fatih diye mırıldandı ve tam bu sırada reis-ül hane zat-ı muhterem dede bey kararı açıkladı; RECEP TAYYİP…90’lı bir çoçuğa 90’ların asi gencinin, aktif şahsının ismini koymaktan daha iyi bir seçim olabilir mi?

Çalışkandı Tayyip, kafası basıyordu derslere. Annesinin özel gayreti ve kıskançlık krizleri ile ders çalışmak yemek yemek gibi bir yaşama şartı olarak girmişti hayatına. Pekiyi ile başlayıp Takdir belgeleri ile sürdürdü başarısını. Dersaneye yazılıp özel derece sınıflarına oturdu. Denemelerde rakiplerini kendinden aşağı tutmak için gayret sarfetti… kafası bulanıklaştı bu yoğun maratondan ötürü. Olaylar karşısında ki; hal ve tavırları normalin dışına taşmaya başladı. Kalemi normal tutuş tarzından alakasız biçimlerde tutmayla başlayan abeslikleri hızla delice sitillere dönüştü. Ucu bitmesin diye hiç bastırmıyordu faber castelini, tasarruf için minnacık harfler çiziyor, azıcık boşluk bırakıyordu. Bu yüzden yazısı kendisi dışında okunması imkansız kriptolara dönüşüyordu. Soru çözerken sıra da titreşimli bir telefon gibi sağ sol manevralar yapıyor kafasını sağa sola kırıyordu. Tam bu sıralarda yaradılış gerçeği ergenlik çağı gelmiş ve içinde bulunduğu aptallaşma girdabının ivmesi katlanarak artmıştı. Ve bu ruh haliyle LGS(Liselere Giriş Sınavı) ‘ e girdi. Herkes derece bekliyordu; Tayyipdi o… fen liselerinden hangisi seçerdi kim bilir…

Olmadı ama. İstenilen ve hayal edilen lise değildi MEB’in sıkışık internet sitesinde yazan. Kazandığı lise Anadolu Lisesiydi.”A-na-do-lu”… çökmüştü, o uzun boyu kamburlaşmaya başladı. Neden olmadı, neden kazanamadı… destanlar söylenir oldu bu mevzuyla alakalı; “ilk soruyu yapamamış, canı sıkılmış”, “minübüs korna çalınca dikkati dağılmış”, “annesinin okuyup üflediği şeker midesini bozmuş”… Her neyse Tayyip Kral 755 puan alarak acizane bir Anadolu lisesine girdi. Ah Tayyibim “üzülme, başlar yüksekte!”…zavallı Tayyip 255 puanla birinciliği kaçırmıştı… “yazıklar olsun,tüü senin suratına” diyen anne sinirliydi, eski özel harekat baba gergin…” nasıl olur bu Tayyip, salak mısın sen!”

Geldi liseye Tayyip tüm olanlara rağmen. Yapacak bir şey yoktu; okuyacaktı, okumalıydı… girdi sıraya dinledi müdürün okulunu öve öve bitiremediği konuşmasını. Tam bu sırada çarptı zaten gözüme. Uzun mu uzun, ince mi ince, esnek mi esnek… sonra 4 sene beraber okuduk. Balık yağı hapını yutar, dardenel tonunun içindeki suyu dahi içer, ikilik ekmeğinin yarısı löp löp götürür fakat kilo mevzusunda 2 gram oynatamaz tartının ibresini. Bakışlarında bir bilgiçlik, duruşunda herhangi bir geometrik şekle benzetilmeyecek bir figür,yürüyüşünde hafif bir kamburluk vardı. En boş konuyu konuşurken dahi yüz ifadesinde bir ciddiyet imgesi belirir fakat ondan başka kimse bu ciddiyete yüz vermezdi. Tayyibim marka giyinirdi hep… en kıl olduğu şey de korsan takılmaktır ki bir keresinde aldğı adidas çantanın korsan olduğunu iddia edip bu iddiasını kanıtlayan arkadaşının yüzünden o çantayı yere vurup tekmelemeye başlamıştı. Zira o çantayı da çok sever; kirlenmesin yırtılmasın diye başka bir çanta içerisinde taşırdı…

Evet üste bahsettim; Tayyip sinirlidir. Zaten onun hayatının %69 u sinir ve hırsın birleşiminden meydana gelen olaylar neticesinde değişmişti; sınavda siniliydi kazanamadı, okulda sinirliyidi çevre edinemedi… Sinirine yenik düştüğü bir günde arkadaşının kafasına şutladığı basket topu onu katil, arkadaşını mevta edecekti az kalsın. Yine bir sınav da sorular karşısında çaresiz düştüğü zaman sandalyeye kafa atmış, duvarları tekmelemişti. Son senesinde aldığı disiplin cezasının rehaveti ile ifade kağıdına “ben İstiklal Marşından kaçmadım serviste oturuyordum siz marş okurken bende ayağa kalkarak servisden eşlik ettim” diye yazmış ve bunu bağıra bağıra müdür yardımcısına da söylemişti.

Masonları ve Amerikada ki neoconları çok önemsiyordu… Bir kuşa elektrik çarpsa bunun altında bir mason locası arar, kimse anlamasa da Amerika da ki neocon gerçeğini ispat ederdi. Google’den arama yapmayı bilmez ama google hakkında ki bir çok makaleyi anlatabilirdi. Lüzumsuz bilgiler ansiklopedisini bir bütün halinde yutmuş 4 sene kafamıza kusmuştu parça parça. Ama kabullenmiştik biz onu ara da kafa bulduğumuz olurdu da neyse…

Evet lise hayatımın bir karakteri idi Recep Tayyip… Sosyallikle Asosyalliği bir potada eritip yaşayan bir insandı. “iyi iş çıkardın Tayyip!”

Nerde mi şimdi; ÖLDÜ… Şaka şaka; yaşıyor ve ideallerine yakın bir yerde okuyor… her ne kadar hala o A-NA-DO-LU topraklarında olsa da bir hukuk fakültesinde eğitimine devam etmekte… anne ve babası mutlu mu diye soracaksanız; “Tayyip cumhurbaşkanı olmadan onlar gülmez”…




23 Nisan 2011 Cumartesi

Fabl-ı Dram



Ders çalışmak için geçtim masanın başına. Masa neden başımda dikilip duruyorsun gibisinden bir veryansın edince küçükken yaptığım gibi halının üzerine uzandım defteri önüme koydum beynime kan gidinceye kadar çalıştım.beynime kan gitti mi gittiyse bunu nasıl anladım diye soranlar varsa annem 40 dakkalık ders çalışma tempomu beğenirse bana beynine kan gidecek kalk biraz gez derdi oradan alışkanlık olmuş; 40. Dakka da kılcal damarlarımdan biri patlar beynime sızıntı başlar psikolojik olarak…

tam bu sırada dışarıdan kedi uğultularını duydum. Çıktım balkona iki kedinin birbirlerine hırladıklarını gördüm. Nedir paylaşamadıkları gibisinden düşünce deryasına dalacakken yanda oturan dişinin adilik dolu bakışları olayı çözmemi kolaylaştırdı. Bu hain dişi iki tane zavallı Anadolu kedisini kavgaya sürüklemiş idi. Biri daha derinden hırlıyordu. Diğeri biraz daha anlaşma zemini ararcasına gel güzel güzel konuşalım hayvanlar koklaşa koklaşa kediler diyip saçmaladığını anladı sustu. Tam bu sırada oradaki hain dişi ben birinizi istiyorum onu da akan kan belirler dedi ve hitler tarzlı bir gazlama ile ortalığı karıştırdı. Anlaşma zemini arayan öyleyse davran ulan dedi ve sol patisi ile bir şamar salladı diğeri gardını aldı ve göğsü ile sert bir darbe ile karşılık verdi.. ben de hemen telefonmu alıp bu anı ölümsüz hale getireyim diye davranayım derken balkonun korkuluğu kırıldı ve balkondan aşağı düştüm.

Nefes alamıyordum hemen yan komşu geldi. Oğlum ne oldu dedi nefes alamadığımı işaret ettim oda burnundan al burnundan dedi. Gerçekten çok zekice olmalı ki nefes alma derdini bıraktım komşunun zeka seviyesini düşünmeye başladım. Neyse 1 ddakkaaya kendime gelmiş bulundum ayağa kalktım ve koşmaya başladım niye koştum diyecek olursanız bizim oralarda iyileşmenin emaresi koşmaktır. Koştum koştum ve kedilerin yanına gittim.. onlara bir kofi Annanlık yapayım da barışsınlar zira benim düşmemle kavgaya ara verip çöp tenekesin oradan beni izlemeye koyulmuşlardı.kendimi tanıttım ve bakın dedim kedi olsanızda vicdanınız var aşkı biliyorsunuz sevdayı biliyorsunuz. Ama unutmayın bu dünya en ali duyguarı bile çıkarı için kullanmaktan çekinmeyen insanlarla dolu dikkat edin. haklısın dedi ve bana cebinden bir kılçık çıkararak verdi kabul et bize gerçekleri gösterdin teşekkür ederiz dedi.diğeri de kıvırcık getirdi arasına koy abi güzel olur dedi. Teşekkür ettim bende ayrıldım yanlarından.

O sırada yanımdan modifiyeli bir doğan geçti. Ne modifiye bea diyecekken bir kedi feryadı işittim. Arkama döndüğümde doğa çöpe çarpmış çöpte kedi cağızların üzerlerine devrilmiş. Kediler oracıkta yığılmış ölmüşlerdi. Doğandan çıkan saçları oksijen sulu ve jöleli genç allahım ben ne yaptım dedi. Gittim yanına olan oldu sana bir şey olamdığı için şükret kediler için sadaka ver inşallah Allah kabul eder dedim. O bana fönlü saçları ile bir Nihat doğan bakışı yaptı ve kediyi düşünen kim be arabanın spoileri düştü abime ne diyeceğim ben dedi. Gözlerim karardı ve elimi cebime soktum tam kılçığı kalbine batıracaktım ki kılçığın arasına sıkıştırılmış ufak bir kağıt gördüm. Kağıt da abi ben çok günah işledim, artık buralarda durmak istemiyorum. Biraz birikmişim var onunla memleketim boludan bi ufak yer parselliyip orada yaşayacağım. Sevdiğim kız arkadaşımın olsun düğünleri için onlara yardım edeceğimi ilet…. Duygulandım. Sonra kıvırcığın içini açtım ve orada da abi kim canın cananın için sever cananın sever bilirsin ama ben cananımı kardeşimin canına veriyorum, gelinlik ve damatlıkta benden ilet ben buralardan gidiyorum…

Hey be dedim ikiside gitti, ne delikanlı kedilermiş. Gideyin durumu kediye söyleyeyim de oda hatasını anlasın dedim ve yürüdüm.o sırada elindeki sapanla mevltü gördüm nabıon dedim abi dedi kemalle idddalaştık kedinin ikimizde gözünden vurabilir miyiz diye. Ee ne oldu dedim dedi vurduk abi valla vurduk istersen göstereyim…. Koştum birde ne göreyim kedi kan revan içinde hışırtılı nefesler içinde; ben sevdanın oturduğu sokağa dikenler döktüm pişmanım bu da recm cezam olsun dedi ve öldü…sonra akrep analan ve leopar Aysel geldiler beni kolumdan tutup buraya diktiler hakim bey benim suçum yok suçsuzum bennnnn..

3 tane kediyi haince öldürme suçundan idamına….
Hayır hayırrrrrr.. rüyadan uyandım desem çok klişe olur değil mi. Uyanmadım gerçekten uyanmadım.. çünkü uyumuyordum gerçekti bunlar. Peki ne oldu diyeceksiniz ; beni asacakları ip koptu.onlarda bu ilahi işaret en iyisi müebbet dediler. Şu anda kandıra f tipi cezaevinde cezamı çekmekteyim. 3 kedim bir muhhbet kuşum var…hepsini çok seviyorum…